RÜZGARLARIN ÖTESİNDE: KARA KİTAP'IN GÖLGESİ (Cilt.1) /
Cem Akyürek
Kitabın yazarı Cem Akyürek'i kişisel olarak tanıyor
oluşumdan bağımsız şekilde, zaten merakla beklediğim bir kitaptı. Kaldı ki Cem
Ağabeyi tanıyor oluşum merakımı artırırken dolayısıyla çıtayı da Everest'e
değdirip bekleyişime sebep oldu.
Ejderha Mızrağı'ndan Unutulmuş Diyarlar’a, Gedik savaşları Efsanesinden
Ölüm Kapısı Serisi'ne, Shannara serisinden Yerdeniz Kitapları'na değin
fantastik kurguda olması gereken bütün malzeme ve metaforlar Rüzgarların
Ötesinde'nin henüz 280 küsur sayfalık girizgahında mevcut. (Evet neden ben de
bilmiyorum, Zaman Çarkı'nı henüz okumadım / prim vermedim / yüksek ihtimal de
bu yaştan sonra bir 5-6 sene de bu dehlizde kaybolup harcamayacağım. Bu yüzden
yukarıda anmadım.)
Kitapla ilgili bir çırpıda övülecek şeyler aslında yeni bir
kitap sebebi olabilir. Zira karakter betimleri gayet hazmı kolay olduğu için,
hemen benimseyebiliyor, kolay kavrayıp gözümüzde canlandırabiliyoruz. (Bununla
ilgili aksi yönde eleştirilerim de olacak!) Hikâyenin yarı zamanlı anlatıcısı /
dış sesi Shales olsa da gerek hikâye bütününde kapladığı yer gerek Shales ve
diğer tüm yol arkadaşları tarafından muvaffak olduğu övgüler ve okuyucu gözünde
ettiği yer sebebiyle, liderlik ruhu ve savaşçı potansiyeli de göz önüne
alındığında asıl baş karakter yine Shales'in kuzeni olan Elf ırkından Hrycanus.
Bunu olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirebiliriz. Olumsuz kısmı neden bu
kadar çok ismi zikredilir ve güç / başarı endeksi tavan noktadayken ikinci
plandaymış hissi yaratılır durumu olabilir. Ama sanırım yaratılmak istenen şey
farklı bir karakter tarafından (ki bu karakter de aile bağı olarak kendisine en
yakın kişi olan kuzen Shales) bir kahraman yaratılmak istenmesi ve olay
döngüsünü bir dönem filminde olduğu gibi bir dış ses / masalcı tarafından
okuyucuyla buluşturup, asıl adam olan Hrycanus'u göğe çıkarmak. Ya da bu
tamamen benim yanılgım.
Söylediğimiz gibi; bir fantastik kurguda olması gereken tüm
altyapı mevcut. Elfler, yarım elfler, cüceler, barbarlar, şövalyeler, kılıçlar,
ejderhalar, devler, bolca büyü (Evet, ne yazık ki bolca!) Ve bu karakterlerin
kendi aralarındaki "şakalaşmaları" yahut eskiyi yad etmeleri
karakterlerin geçmişi hakkında da ipuçları bulmamıza önayak oluyor. (Sanırım
Ejderha Mızrağı ya da Unutulmuş Diyarlar’da da olduğu gibi spin off ciltlerle olaylar
ve karakterler örgüsünü daha kolay kavramamız sağlanacaktır. Neyse, önce Ak
Kitap'ın Işığı diyoruz!) Shales'ten Ethroban'a Hrycanus'tan Anthales'e
karakterlerin tamamına yakını günlük hayatlarında eğlenceli ve bir o kadar da
asil tipler. Bu sebeple kendilerini benimseyip empati kurmamız, yani kitabı
okurken sanal gözlük takıp olayları yaşamamız kolaylaşıyor. Bazı fantastik
kurgu karakterlerinde olduğu gibi motamot donuk tipler olmadığı için sürekli
kasvet, sürekli kahramanlık öyküsü, sürekli didaktik bir bürokrasi okumuyor /
kafamızda canlandırmıyoruz.
Evet boşluklar da var. Şahsi fikrim, çok fazla savaşa /
dövüşe yer verilmemesi. Hakeza olan savaşların göz açıp kapayıncaya kadar çabuk
bitmesi, ya da tek bir karakterin üzerine yoğunlaşıp, diğer karakterler o
sırada öldü mü kaldı mı noktasına birer cümleyle değinilmesi. Yine birçok
beladan, musibetten ya da felaket eşiğinden kolayca kurtulan karakterlerin
burnu kanamadan bu olaylardan nasıl kurtulduğu bazı kısımlarda muallakta
kalmış. En büyük eleştirim gizem dozunun yükseldiği noktalarda (ki kitapta her
daim doruk noktada!) bir şekilde olayın büyüye bağlanması. Büyülü kap, büyülü
kacak, büyülü köprü, büyülü kitap, büyülenmiş savaşçılar. Bunu biraz farklı bir
derdi olmadan kolaya kaçma gibi değerlendirdim. Hakeza “Kadim” sözü sanki
anahtar bir kelimeymişçesine kullanılmış. (Evet, fantastik kurgu kitaplarının
olmazsa olmaz BÜYÜLÜ kelimelerindendir ama biraz fazla gibi buldum.
Başta söylediğim gibi karakter tahlilleri gayet dozunda.
Ayakları gayet yere basan kişiler, uzun (bazısı sıkılabilir bana kararında
geldi) betimlemelerle gayet de her attıkları adım yahut şekilleri şemalleri
gözümde canlanıyor. Bir çırpıda sorsanız art arda 10 tane karakterin kaçının
saçı neresinden topuz, kaçının sakalı ne şekilde, kaçının pelerininde apolet
var sayabilirim! Bu bence bir roman yazarı için, (hele ki ilk işinde) ciddi bir
başarıdır. Çünkü zaten hayali olan bir evrendeki karakter ya da yer betimlemelerinde
abartıya kaçıp, ya da inandırıcılıktan uzak olacak bir fiyasko yaşanabilirdi.
Cem Akyürek bunu son derece kararında başarmış. Yine de ben bol kahvaltı altı
hikayesi yerine daha çok savaş ister, daha çok balta ve kılıcın çarpışmasından doğan
o güzel kıvılcım betimlemelerini okumak isterdim. Bilinmeyen zamanlarda
(haliyle çoooook eski zamanlarda) geçen kahramanlık hikayelerinde (ne yazık ki!)
evet hep eril bir toplum vardır, hep erkek egemen bir yaşayış şeklinden
bahsedilir. Buradaki kısıtlı sayıdaki kadın karakter betimlemeleri gayet cuk
oturan, kadınları (olması gerektiği gibi) baş tacı olarak gösteren
komplimanlarla dolu evet ama, Türk insanı diline pelesenk olan o bazı argo ya
da övünç tasvirleri, hep erkek egemen gibi gözüktüğü için belki bazı feminist
kadın okuyucuların tepkisini çekebilir. Bilinmeyen zamanlar demişken; tıpkı “kadim”
kelimesinde olduğu gibi 'her nerden geldiyse, her kimse, her nasıl olduysa”
gibi “her havzın dibi aynı” gibi Almanca olmadığını düşündüğüm geniş zaman
zarfları da sanki biraz fazla kullanılmış gibi.
Genel itibariyle; Kara Kitap'ın Gölgesi, Türk fantastik
kurgu edebiyatındaki ciddi bir açığı layığıyla dolduruyor. Bir yazarın ilk
denemesini böyle bir türde yaratması da ayrı taktir-e şayan. Karakterler sizi
asla sıkmayacak, kurgu bütünlüğü asla rahatsız etmeyecek, eşzamanlı kısa durum
güncellemeleri sebebiyle olaydan kopmayacaksınız. (En sevdiğim kısımlardan
birisi de bu, aynı hikâye / yolculuk, sayfalarca sürdüğünde yeni bir şeyler
arayabiliyorsunuz. Ama tıpkı bu kitapta olduğu gibi tadında bırakılıp, ağza bal
çalındığında eşzamanlı olarak devam eden diğer karakterlere ya da şehirlere bir
göz atıp, sonra kaldığınız yerden maceraya devam edebiliyorsunuz.) Ben şu anda
ciddi anlamda (tüyoları da kör göze parmak verilen) Ak Kitap'ın akıbetini
bekliyor ve o ışık neydi acaba diye uykularımdan sıçrıyorum. Siz de sıçrayın.
Aliler, Ayşeler, Mustafalar da sıçrayabilir.
Murat Gökbulut / Ağustos 2019
0 yorum:
Yorum Gönder