23 Kasım 2021 Salı

RÜZGARLARIN ÖTESİNDE SERİSİ YENİ BASKI


RÜZGARLARIN ÖTESİNDE SERİSİ YENİ BASKI

Rüzgarların Ötesinde serisinin ilk kitabı “Kara Kitap’ın Gölgesi” için üçüncü, ikinci kitabı “Ak Kitap’ın Işığı” için ise ikinci baskı yapıldı. Şövalye Anthalus ve silah arkadaşlarının Büyücü Oroshus’a karşı verdiği mücadeleyi okumak isterseniz Pamey Yayın Grubu sayfasından sipariş bilgilerini edinebilirsiniz.

21 Mart 2020 Cumartesi

"KARA KİTAP'IN GÖLGESİ" İKİNCİ BASKI YAYINLANDI !!!!


"KARA KİTAP'IN GÖLGESİ" İKİNCİ BASKI YAYINLANDI !!!!


Rüzgârların Ötesinde bir macera yaşandı.
Yarım elf Shales ne gördüyse hepsini yazdı.
Yazara da onun görmediklerini yazmak düştü. 

Rüzgarların Ötesinde serisinin birinci kitabı olan "Kara Kitap'ın Gölgesi" için ikinci baskı yapıldı. Shales ve arkadaşlarının maceraları serinin ikinci  kitabı olan "Ak Kitap'ın Işığı" ile devam ederken, ilk kitap için yeni baskı yapıldı. İkinci baskı, ilk baskıdaki içerik ile karşılaştırıldığında daha detaylı bir diyar haritası ve düzenlemeler içeriyor. Bununla birlikte kalın ciltli ilk baskı, gün itibarı ile koleksiyoncular için hala temin edilebilir durumda. Tüm okuyuculara teşekkürler. Rüzgarların ötesindeki diyardan selam olsun. 

6 Mart 2020 Cuma

RÜZGARLARIN ÖTESİNDE - AK KİTAP'IN IŞIĞI - KİTAP YORUMU - MURAT GÖKBULUT

RÜZGARLARIN ÖTESİNDE: AK KİTAP'IN IŞIĞI (Cilt.2) / Cem Akyürek 


Bu kez söze yazarın yaptığı gibi başlayalım. Nereden geldi bilinmez, nasıl esti sorulmaz.

Bir önceki değerlendirmemde de değinmiştim. Yazar Akyürek'i uzun yıllardır tanıyor oluşumdan bağımsız olarak birkaç kelam etmeye çalışacağım. En azından az çok huyunu suyunu, derdini bildiğim için, bu yazıda belki muallakta kalan noktaları kendi kafamda o şekilde tamamlamaya gayret edeceğim. Ben bir kitap eleştirmeni değilim ve bu iş sayesinde ekmeğimi kuru çorbama kavuşturmuyorum yahut böyle bir iddiam da olmadı, olmayacak! Değer verdiğim bir dostumun / abimin uzun yıllara yayıp hayata geçirdiği bu dünyayla ilgili kendimizce birkaç kelam (epey birkaç) etmeye çalışacağım.

Evet, ilk kitap yaklaşık bir sene önce bitti ve yeni kitap gelene kadar aylarca kendi kendimize “Neydi bu beyaz ışık!” diye sorar olmuştuk. Neyse ki merakımız giderildi ve Akyürek'in yarattığı bu evrenle birlikte birçok cevap yanıtını bulurken, ilk kitap bizi yeni cevapsız soruların ortasına atarak bir sonraki cildi beklemeye sevk etti. Yeni bölümde birinci kitaba nazaran çok daha fazla karakter, sürekli türeyen (okuyucu gözünde) yeni ırklar, keşfedilmemiş onca yeni diyar var. Ve inanır mısınız asla sıkmıyor, kafa karıştırmıyor aksine okudukça puzzle parçalarını zihninizde daha kolay oturtuyorsunuz. Kitapla (ya da bütünle) ilgili övgülerim ya da naçizane eleştirilerimi bu doğrultuda yapmaya çalışacağım zira kendisinden bu değerlendirme öncesi küçük keys'ler aldım, bu lead'ler ışığında (tamam söz, bir daha teknik terim yok! Biraz şekil olsun dedim!) eleştirilerimi acımasızlaştırmayacak, övgülerimi abartmayacağım.

Yazar ilk iki kitabın tamamını yahut büyük bölümünü tek seferde yazdığı (ilaveler, çıkarmalar dışında) ve sonrasında yayınevi tarafından belli noktada kesilip iki farklı kitap haline getirildiği için, ilk kitaptaki eleştirilerim ya da övgülerim benzer oranda bu bölümde de mevcut. Bu da dediğim gibi hikâyenin (en azından büyük bir bölümünün) tek seferde yazılmasından kaynaklı. Evet, mevcut karakterler ve sayfalar ilerlendikçe eklenen yeni dostlarımız (Evet, dostlarımız çünkü hikayedeki anti-kahramanlar bile bknz: Oroshus, Mor Küreli Büyücü, Buz Ejderhası Adaları muhafızları (sonradan everilseler de)- bir sebepten antipatik gelmiyor bize çünkü betimler o kadar iyi ki, empati kurduğumuzda “Yahu, mutlaka vardır bunun da bir derdi” diyoruz. Bu durum kanaatimce yazarın en büyük başarılarından birisi zira anti-kahramanları ya da kötü adamları da okuyucuya sevdirebilmek öyle her baba yiğidin harcı değildir. Bunda mutlaka ilkel çağlardaki hiyerarşik düzenin yarattığı düzlem sayesinde karşınızdaki en kötü, en acımasız varlığa dahi bir sebepten (muhtemelen geçmişine yahut ırkına hürmeten) “Efendi” unvanıyla hitap edilmesi ya da title olarak (evet yine teknik terminoloji!) “Kadim” sıfatı verilmesi (birazdan Kadim’e uzun uzun değineceğiz!) zaten kafamızda bu hiyerarşiyle alakalı bir histeri yaratıyor.

Ve yine evet, karakter betimlemeleri! Geçtiğimiz yazımda da belirtmiştim. Bir önceki seferde yaklaşık 10-15 karakter varken belki kimine göre kolaydı. Takriben 4 senedir hem “Unutulmuş Diyarlar” hem de “Ejderha Mızrağı” zehirlenmesi yaşayıp, yüzlerce karakter dehlizinde boğuluyorum. Takdir edersiniz ki fantastik evrendeki birçok karakter ırkların genel geçer özellikleri sebebiyle benzer nitelikler taşımakta. İsimler birbirine çok yakın, sadece harf ya da hece farklarıyla ancak birbirinden ayırt edebileceğimiz şekilde kurgulanan isim, ırk ya da diyarlar belli bir süre sonra kafa karışıklığına neden olabiliyor. Yeni bölümde ciddi karakter sirkülasyonu olmasına rağmen ve yine iddia ediyorum ki ve aynı zamanda tarafıma yapılan istemli tüm bu aşırı dozda fantastik kurgu yüklemesine rağmen (bakınız, upload demedim!) bu kitaptaki karakterlerin hemen hepsinin bir çırpıda adını söyleyin, sakalının nereden başladığı, topuzunun nereden toplandığı, cübbesinin hangi omzunda ne desen işleme olduğunu söyleyeyim. Irkı sorun, fiziki özellikleri, dayanma gücü, ortalama yaşam ömrü hakkında bilgi vereyim. Haydi sorun, haydi! Neyse, amacımız sorun yaratmak değil. Evet, (Dört etti) ne diyorduk. Tam da bu noktada değinmeye çalıştığım bu üstün karakter tahlilleri su götürmez bir yazar başarısıdır. Bu bölümde de bir önceki kitapta olduğu gibi hikâyeler eşzamanlı olarak farklı kişiler ya da grupların başından geçenleri bize bölüm bölüm aktarıyor. Bu yüzden merak duygusu hem doruk noktasında kalıyor ve tam işin en heyecanlı kısmına geldiğinde, yazar ustaca bir mola vererek bizi diğer karakterlerin o anda başından geçenlere götürüyor. Evet, bu fantastik kurgu türünün olmazsa olmazıdır ancak özellikle bu kitapta bu bölümler bir öncekine nazaran görece daha uzun tutulmuş, başlangıçlarında da o amcamızın yedi ceddiyle ilgili sıkmayan, tadında ön bilgiler verilmiş ki (kullanmadan yapamıyorum!) bir çeşit kitap içi spin off durumu da söz konusu. Bununla ilgili bilahare eleştirilerim de olacak.

İlk kitapta karakterlerin savaşlar ve sürekli seyir hali dışında genellikle şakalaşmalarına ya da sanki biraz sabun köpüğü muhabbetlerine şahit olurken, yeni bölümde Tharen'in ailesine olan sevgi ve sadakatine, (umarım spoiler olmaz) Shales ile Helernsia arasındaki alevlenen aşka, cücelerin evveliyatında suyla olan imtihanlarına da tanıklık ediyoruz. Birkaç isim zikretmişken, ben ilk kitaptan beri kullanılan birçoğu (şayet kendinizi vererek okuyorsanız) akılda kalıcı isim kullanımlarını da fonetik olarak oldukça sevdim. Arthmesia (ölüp bittiğimiz de bir Black Metal grubu ismidir!) Arates, Hrycanus, Lineal, Oroshus, Zenal, Anthales, Anthalus. (Bu son iki isim, bilhassa savaş safları sıklaştığında sürekli karışıyor. Evet, iddia ediyorum karışıyor! Ancak bu tek harf hatasının yazar değil editör ya da redaktörün ihmali olduğunu düşünüyorum). Hakeza diyar isimleri yine oldukça epik ve şık. Edenheria, Terra Alatum, Elanthore, Zevitheria ve Trusborg (filtresiz).

Madem isimlerden söz açıldı, o zaman bir iyi bir kötü şekilde gidelim. Bazı karakterlerin her iki kitapta da sanki biraz fazla hafif kaldığını düşünüyorum. Hadi Ethroban'ı ikinci kitabın sonuna doğru daha bir ön planda gördük. Ama bilhassa Arates, Athorian ve hele ki Lineal. Bu adamlar her iki kitap boyunca sanki okeyde yancı gibi kaldılar. Onlara dair de hikâyeler duymak istedim. Elbette var ama sanki çok “Hah! İşte onu da yaptım, eksik kalmadı.” havasında. Belki sonraki bölümlere saklandıysa bu da sadece bu kitaplık bir eleştiri olur ve o zaman bir sonraki kitapta kendini imha eder.

Bir önceki yazımda da belirtmiştim. Ben bir fantastik kurguda daha çok savaş istiyorum, daha çok o Akyürek'in her defasında müthiş tasvir ettiği şekliyle kılıçların çarpışmasından yayılan kıvılcımları okurken yaşamak istiyorum. İkinci kitap bitecekti neredeyse ama ortada savaş yoktu. Neyse ki ortalık sonlarda şenlendi. Yine savaşlarla ilgili bir diğer (belki en büyük) eleştirim çabucak oldu bitti ye gelmesi ve kitaplar genelinde çok başarılı bulduğum karakterlere odaklı zaman mefhumunun, savaş süresince aynı şekilde tüm karakterlere yedirilememesi. İlk kitap yazısında değindiğim üzere, dış sesimiz / anlatıcımız Shales. İlk kitabın büyük çoğunluğunda ise asıl adam Shales'in kuzeni elf komutan Hrycanus idi ancak Anthalus ilk kitabın sonları ve yeni bölümün ortalarına kadar ciddi anlamda Hrycanus'tan rol çaldı. Bu vesile ile esas adam oldu. Dolayısıyla da benim de adamım oldu. Bu bağlamda hikâyenin başrolleri elbette çok daha fazla yer kaplayacak, asıl anlam sarmalındaki taşları yerine koyacaktır. Ama bu takdirde de kendinizi “Ali, Ahmet'ten kurtulurken, Veli nasıl oldu da Mustafa'yı yendi” düşüncesinden alamıyorsunuz. Tüm buna rağmen, savaşla ilgili olan bölümlerin kusursuza yakın kurgulandığını ve bilhassa o bölümleri okurken, ben gibi orta yaş üzeri bir bireyseniz, prostat başlangıcı riskine rağmen, ciddi anlamda yerinizden kalkmayıp, bölümü bitirene kadar sizi ihtiyacınızı gidermeye göndermediğini söyleyebilirim.

Madem savaş, yine bir başka eleştirim de genel geçer büyü olgusu. İlk kitap kritiğimde de söz etmiştim. Bir başka deyişle aslında bu yazıdaki eleştirilerimin tamamını, zaten bir önceki yazımda belirtmiştim. Hikâye bütünü tümleşik yazıldığı için yinelemek istemiyorum ama her beladan her musibetten kolayca büyüyle sıyrılma durumu, en tam da “Hah bakalım şimdi nasıl kurtulacaklar.” diye merakın doruk yaptığı noktalarda sayfayı çevirdiğinizde yine büyü sözleri okunmasını sevmedim, sevemeyeceğim. Akla yatkın ya da değil, başka manevralar mutlaka olmalı. Sonuçta bu bir fantastik kurgu ve neden sonuç ilişkisi bizi ikna edebildiği sürece başarılıdır. Somutluk aranmaz. Farklı yöntemlerle, gerekirse zayiat da verilerek yollar izlense, ben şahsen daha çok keyif alırdım. Ve evet zayiat konusu. Bu kadar büyük savaşlarda hiç mi iyilere bir şey olmaz? Elbette empati kurduğumuzda onlara bir şey olmasın istiyoruz ancak hafızamı zorladığımda yeni bölümde Terra Alatum kralı dışında dişe dokunur bir kaybımız yok. Var olanlar ya da ramak kalanlar da nasılsa büyüyle kendine geliyor. Büyüden ve insan, elf, yarı elf tüm ırklar üzerindeki bu muktedir etkisinden bu kadar söz etmişken, bir önceki yazımda da dilime pelesenk olan “Kadim” sözcüğüyle ilgili iki kelâm etmeden geçmek olmaz. Geceleri de sayarsanız 74 yaşındayım ve ömrü hayatım boyunca bir daha bu kelimeyi görmek, işitmek, okumak, telaffuz etmek istemiyorum. Bu kelimeyle ilgili istihkakımı fazlasıyla doldurdum. Evet, fantastik bir evrende ya da post-apokaliptik bir düzlemde tabiri caizse oldukça racon bir kelime. Bazı yerlerde gerçekten cuk da oturuyor ama bu büyü olayı ve her metrekareye düşen büyücü sayısı, kadim kelimesi ve “Her nereden geldiyse, her nasıl olduysa” tarzı muğlak ön bilgiler heyecan dozunu anlık da olsa gözümde sekteye uğrattı.

Yine okumayanlar için spoiler vermemeye çalışarak toparlayalım. Kitabın takriben son 10 sayfası kala hasbelkader tahmin ettiğim Oroshus'un akıbeti ve kapanış sekansı, bir sonraki bölümü iple çekmem için yeter de artar kalifiyede kurgulanmış. Akyürek şüphesiz ki tüm karakterleri, onları hissederek, severek ve dahası onlara inanarak betimlemiş. Diğer altyapıyı ve ırkları, şehirleri, diyarları ve tüm diğer ütopik düzlemi buna göre inşa etmiş. Algı kapılarımızın hep açık olmasını sağlamaya çalışmış. Genel itibariyle Rüzgârların Ötesinde serisi, kesinlikle Türk Edebiyatı ya da daha tikel bakacak olursak fantastik kurgu türü için müthiş cesur ve özgün bir adım. Eminim ki bu seriyi okuyup idrak ederek nice yazarlar türeyecek, nice yazarlar büyülü(!) metinlerini toz tutmuş sandıklarından çıkartıp, insanlarla paylaşma cesaretine erişecektir. Bütünde bir ila iki hafta devam eden okuma sürecinde verdiği keyfin yanı sıra, senelerdir sağda solda yazan, yazdıkları okunmayan, okunmadıkça yazmaya ve okumaya küsmeyen ama paylaşmayan birisi olarak bana verdiği bu şevk için sevgili Akyürek'e ayrıca teşekkür ediyorum.

Murat Gökbulut

12/02/2020



21 Eylül 2019 Cumartesi

RÜZGARLARIN ÖTESİNDE - AK KİTAP'IN IŞIĞI YAYINLANDI


RÜZGARLARIN ÖTESİNDE - AK KİTAP'IN IŞIĞI YAYINLANDI

Rüzgarların Ötesinde serisinin ikinci kitabı olan Ak Kitap'ın Işığı yayınlandı. Macera kaldığı yerden devam ediyor. Kitabı temin edebileceğiniz satış linkleri aşağıdadır. 

25 Ağustos 2019 Pazar

AK KİTAP'IN IŞIĞI MATBAADAN GELDİ

AK KİTAP'IN IŞIĞI MATBAADAN GELDİ

Kara Kitap'ın gölgesi düştü diyara.
Yol vermedi ışığın Ak Kitap'ına.
Karanlık tohumlar yayıldı her karış toprağa,
Ve sonra yeniden doğdu güneş ufuklara.
Selam olsun dedi aydınlık ruhlara.

Kim derdi ki biri gelecek uzaklardan,
Anlayacak sıkışanların ahından,
Çekip alacak hakkı olmayandan.
Yazacak tarihi en baştan,
Umutlar doğacak attığı her adımdan.

Rüzgârların Ötesinde serisinin ikinci kitabı olan “Ak Kitap’ın Işığı” basıldı. Yakın zamanda satış linklerini bu sayfada bulabilirsiniz. Takipte kalınız. 

TANITIM FİLMİ




☠️

24 Ağustos 2019 Cumartesi

RÜZGARLARIN ÖTESİNDE - KARA KİTAP'IN GÖLGESİ - KİTAP YORUMU - BARIŞ KARAHAN


RÜZGARLARIN ÖTESİNDE: KARA KİTAP'IN GÖLGESİ (Cilt.1) / Cem Akyürek

Bugün bitirdiğim bu güzel fantastik kitabın yazarı arkadaşım Cem Akyürek. Dolayısıyla kitaba ne kadar objektif yaklaşabildim bilmiyorum ancak ziyadesiyle beğendiğimi söyleyebilirim. Geçmişte çok okumuş olmama rağmen yaklaşık dört yıl önce okuduğum Gedik Savaşları Serisinden sonra hiç fantastik kitap okumamıştım. Bu kitapla fantastik edebiyatı özlediğimi fark ettim. Tabi beğenimin sebebi fantazyayı özlemiş olmam ya da kitabın yazarının torpilli olması değil, gerçekten güzel bir eser olması. 

Fantastik kitapların yazan açısından hem zor hem de kolay kitaplar olduğunu düşünmüşümdür hep. Kolay yanı herhangi bir gerçekliğe bağlı kalmaksızın yazarın istediği üfürebilme özgürlüğü. Zor yanı ise bu üfürmeyi yaratıcılığıyla sentezleyip ortaya gerçekten iyi bir eser çıkarabilmenin güçlüğü. Cem, yaratıcılığını kesinlikle çok iyi şekilde kullanmış bu kitabı yazarken. Olay örgüsünden (fantastik kitaplar için çok önemli olan) ırk-karakter-mekan yaratımına, anlatımından tansiyonuna kadar herşey son derece güzel. Özellikle ilk kitap olması bakımından anlatımda sorunlar olabileceğini düşünüyordum ki yokmuş. Gayet akıcı, anlaşılır, tekrara düşmeden, kafa karışıklığı yaratmadan akıyor kitap.

Belki kitapla ilgili bir eleştirim şu olabilir. Normal şartlarda fantastik kitaplar uzun seriler ve bol sayfalar halinde yayınlanır ki az önce bahsettiğim ırklar, karakterler, ülkeler, mekanlar ayrıntılarıyla tasvir edilip okuyucunun zihnine iyice yerleşsin. Kara Kitap'ın Gölgesi'nde bu fasıl biraz hızlı geçiliyor ve direk olayların içine dalıyoruz. Bu da bahsettiğim unsurların ve özellikle karakterlerin kitap boyunca biraz havada kalmaları anlamına geliyor. Okurken sürekli şu kimdi bu kimdi şeklinde durumlar oluştu zihnimde (kitabın yarısına kadar aslında) ki ara vermeden iki günde bitirdim. Biraz ara verseydim sanırım baştan başlardım. Bunun dışında okuması zevkli, hikayesi güzel, tansiyonu yüksek ve sonunu merak ettiren bir kitap. Elfler, cüceler, fallar, büyüler... Fantastik bir kitaptan daha başka ne bekler ki okuyucu. 

Devamı olan "Ak Kitap'ın Işığı" sonbahar gibi çıkacak sanırım. Merakla bekliyorum. Fantastik edebiyat severlere de kitabı şiddetle tavsiye ederim. 

Barış Karahan / Mayıs 2018

17 Ağustos 2019 Cumartesi

RÜZGARLARIN ÖTESİNDE - KARA KİTAP'IN GÖLGESİ - KİTAP YORUMU - MURAT GÖKBULUT



RÜZGARLARIN ÖTESİNDE: KARA KİTAP'IN GÖLGESİ (Cilt.1) / Cem Akyürek

Kitabın yazarı Cem Akyürek'i kişisel olarak tanıyor oluşumdan bağımsız şekilde, zaten merakla beklediğim bir kitaptı. Kaldı ki Cem Ağabeyi tanıyor oluşum merakımı artırırken dolayısıyla çıtayı da Everest'e değdirip bekleyişime sebep oldu.

Ejderha Mızrağı'ndan Unutulmuş Diyarlar’a, Gedik savaşları Efsanesinden Ölüm Kapısı Serisi'ne, Shannara serisinden Yerdeniz Kitapları'na değin fantastik kurguda olması gereken bütün malzeme ve metaforlar Rüzgarların Ötesinde'nin henüz 280 küsur sayfalık girizgahında mevcut. (Evet neden ben de bilmiyorum, Zaman Çarkı'nı henüz okumadım / prim vermedim / yüksek ihtimal de bu yaştan sonra bir 5-6 sene de bu dehlizde kaybolup harcamayacağım. Bu yüzden yukarıda anmadım.)

Kitapla ilgili bir çırpıda övülecek şeyler aslında yeni bir kitap sebebi olabilir. Zira karakter betimleri gayet hazmı kolay olduğu için, hemen benimseyebiliyor, kolay kavrayıp gözümüzde canlandırabiliyoruz. (Bununla ilgili aksi yönde eleştirilerim de olacak!) Hikâyenin yarı zamanlı anlatıcısı / dış sesi Shales olsa da gerek hikâye bütününde kapladığı yer gerek Shales ve diğer tüm yol arkadaşları tarafından muvaffak olduğu övgüler ve okuyucu gözünde ettiği yer sebebiyle, liderlik ruhu ve savaşçı potansiyeli de göz önüne alındığında asıl baş karakter yine Shales'in kuzeni olan Elf ırkından Hrycanus. Bunu olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirebiliriz. Olumsuz kısmı neden bu kadar çok ismi zikredilir ve güç / başarı endeksi tavan noktadayken ikinci plandaymış hissi yaratılır durumu olabilir. Ama sanırım yaratılmak istenen şey farklı bir karakter tarafından (ki bu karakter de aile bağı olarak kendisine en yakın kişi olan kuzen Shales) bir kahraman yaratılmak istenmesi ve olay döngüsünü bir dönem filminde olduğu gibi bir dış ses / masalcı tarafından okuyucuyla buluşturup, asıl adam olan Hrycanus'u göğe çıkarmak. Ya da bu tamamen benim yanılgım.

Söylediğimiz gibi; bir fantastik kurguda olması gereken tüm altyapı mevcut. Elfler, yarım elfler, cüceler, barbarlar, şövalyeler, kılıçlar, ejderhalar, devler, bolca büyü (Evet, ne yazık ki bolca!) Ve bu karakterlerin kendi aralarındaki "şakalaşmaları" yahut eskiyi yad etmeleri karakterlerin geçmişi hakkında da ipuçları bulmamıza önayak oluyor. (Sanırım Ejderha Mızrağı ya da Unutulmuş Diyarlar’da da olduğu gibi spin off ciltlerle olaylar ve karakterler örgüsünü daha kolay kavramamız sağlanacaktır. Neyse, önce Ak Kitap'ın Işığı diyoruz!) Shales'ten Ethroban'a Hrycanus'tan Anthales'e karakterlerin tamamına yakını günlük hayatlarında eğlenceli ve bir o kadar da asil tipler. Bu sebeple kendilerini benimseyip empati kurmamız, yani kitabı okurken sanal gözlük takıp olayları yaşamamız kolaylaşıyor. Bazı fantastik kurgu karakterlerinde olduğu gibi motamot donuk tipler olmadığı için sürekli kasvet, sürekli kahramanlık öyküsü, sürekli didaktik bir bürokrasi okumuyor / kafamızda canlandırmıyoruz.

Evet boşluklar da var. Şahsi fikrim, çok fazla savaşa / dövüşe yer verilmemesi. Hakeza olan savaşların göz açıp kapayıncaya kadar çabuk bitmesi, ya da tek bir karakterin üzerine yoğunlaşıp, diğer karakterler o sırada öldü mü kaldı mı noktasına birer cümleyle değinilmesi. Yine birçok beladan, musibetten ya da felaket eşiğinden kolayca kurtulan karakterlerin burnu kanamadan bu olaylardan nasıl kurtulduğu bazı kısımlarda muallakta kalmış. En büyük eleştirim gizem dozunun yükseldiği noktalarda (ki kitapta her daim doruk noktada!) bir şekilde olayın büyüye bağlanması. Büyülü kap, büyülü kacak, büyülü köprü, büyülü kitap, büyülenmiş savaşçılar. Bunu biraz farklı bir derdi olmadan kolaya kaçma gibi değerlendirdim. Hakeza “Kadim” sözü sanki anahtar bir kelimeymişçesine kullanılmış. (Evet, fantastik kurgu kitaplarının olmazsa olmaz BÜYÜLÜ kelimelerindendir ama biraz fazla gibi buldum.

Başta söylediğim gibi karakter tahlilleri gayet dozunda. Ayakları gayet yere basan kişiler, uzun (bazısı sıkılabilir bana kararında geldi) betimlemelerle gayet de her attıkları adım yahut şekilleri şemalleri gözümde canlanıyor. Bir çırpıda sorsanız art arda 10 tane karakterin kaçının saçı neresinden topuz, kaçının sakalı ne şekilde, kaçının pelerininde apolet var sayabilirim! Bu bence bir roman yazarı için, (hele ki ilk işinde) ciddi bir başarıdır. Çünkü zaten hayali olan bir evrendeki karakter ya da yer betimlemelerinde abartıya kaçıp, ya da inandırıcılıktan uzak olacak bir fiyasko yaşanabilirdi. Cem Akyürek bunu son derece kararında başarmış. Yine de ben bol kahvaltı altı hikayesi yerine daha çok savaş ister, daha çok balta ve kılıcın çarpışmasından doğan o güzel kıvılcım betimlemelerini okumak isterdim. Bilinmeyen zamanlarda (haliyle çoooook eski zamanlarda) geçen kahramanlık hikayelerinde (ne yazık ki!) evet hep eril bir toplum vardır, hep erkek egemen bir yaşayış şeklinden bahsedilir. Buradaki kısıtlı sayıdaki kadın karakter betimlemeleri gayet cuk oturan, kadınları (olması gerektiği gibi) baş tacı olarak gösteren komplimanlarla dolu evet ama, Türk insanı diline pelesenk olan o bazı argo ya da övünç tasvirleri, hep erkek egemen gibi gözüktüğü için belki bazı feminist kadın okuyucuların tepkisini çekebilir. Bilinmeyen zamanlar demişken; tıpkı “kadim” kelimesinde olduğu gibi 'her nerden geldiyse, her kimse, her nasıl olduysa” gibi “her havzın dibi aynı” gibi Almanca olmadığını düşündüğüm geniş zaman zarfları da sanki biraz fazla kullanılmış gibi.

Genel itibariyle; Kara Kitap'ın Gölgesi, Türk fantastik kurgu edebiyatındaki ciddi bir açığı layığıyla dolduruyor. Bir yazarın ilk denemesini böyle bir türde yaratması da ayrı taktir-e şayan. Karakterler sizi asla sıkmayacak, kurgu bütünlüğü asla rahatsız etmeyecek, eşzamanlı kısa durum güncellemeleri sebebiyle olaydan kopmayacaksınız. (En sevdiğim kısımlardan birisi de bu, aynı hikâye / yolculuk, sayfalarca sürdüğünde yeni bir şeyler arayabiliyorsunuz. Ama tıpkı bu kitapta olduğu gibi tadında bırakılıp, ağza bal çalındığında eşzamanlı olarak devam eden diğer karakterlere ya da şehirlere bir göz atıp, sonra kaldığınız yerden maceraya devam edebiliyorsunuz.) Ben şu anda ciddi anlamda (tüyoları da kör göze parmak verilen) Ak Kitap'ın akıbetini bekliyor ve o ışık neydi acaba diye uykularımdan sıçrıyorum. Siz de sıçrayın. Aliler, Ayşeler, Mustafalar da sıçrayabilir.

Murat Gökbulut / Ağustos 2019

4 Haziran 2018 Pazartesi

RÜZGARLARIN ÖTESİNDE - KARA KİTAP'IN GÖLGESİ YAYINLANDI

RÜZGARLARIN ÖTESİNDE - KARA KİTAP'IN GÖLGESİ YAYINLANDI

Rüzgarların Ötesinde serisinin birinci kitabı olan Kara Kitap'ın Gölgesi yayınlandı. Macera başlıyor. Kitabı temin edebileceğiniz satış linkleri aşağıdadır.